KÜÇÜK GEZGİN CUNDA’DA
CUNDA’DA GEZİLECEK YERLER
Cunda, bizim daha önce iki kez yolumuzun düştüğü bir ada. İlkinde Küçük Gezgin’den bile önce… 2006 yılında Çanakkale Şehitliğini ziyaret etmeye giderken hızlıca bir tur atmıştık. İkincisinde ise Küçük Gezgin ile Midilli feribotunu beklerken, ortalarda bir kargalar biz de varken ışık hızıyla gezinmiştik. Yani bu iki ziyaret de gözü açmakla kapatmak arasında gerçekleşince, adanın tadını hiç çıkaramamıştık. O yüzden bu sefer hafta sonumuzu geçirmek için gittiğimizde adayı sindire sindire gezdik.
Cunda Adası Ayvalık adaları olarak bilinen 22 adanın yerleşime açık olan tek ada. Alibey Adası olarak bilinen Cunda’yı Ayvalık’a bağlayan köprü, Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olarak geçiyor. Bu tabela, köprünün girişinde yazsa da, ayrıntıyı fark eden bizim Küçük Gezgin oldu. Ben etrafa bakarken tabelayı görmemişim. “anne boğaz köprüsü ne demek?” dediğinde ben tabelayı gördüm. Böylece Çakıl sayesinde bir şey daha öğrenmiş oldum!
Daha önceleri adanın “Kokulu Ada-Moshonisia” olarak anılmasının nedenini ilkbaharda adaya gidince anladık tabii. Tüm ağaçlar çiçek açınca, sokaklar da mis gibi kokuya bürünmüş. Mandalina bahçelerinden gelen kokuyu tarif etmem ise mümkün değil…
Ada’nın Arnavut kaldırımları, taş evleri, serin sokakları, zeytin ağaçlarıyla kaplı tepeleri, yel değirmenleri, kiliseleri mübadelenin izlerini hala taşıyor. Girit ve Midilli adalarına mübadeleyle giden Rumlar aslında geride kendi yaşamlarını da bırakmışlar. Adanın sokaklarında kaybolduğumuz zaman hangi eve bakacağımızı, hangi ayrıntının resmini çekeceğimizi şaşırdık. Küçük Gezgin köy evlerinden kafalarını uzatan teyzelerle sohbet etmekten büyük keyif aldı. Ada, pek çok iş hayatından elini eteğini çekmiş emeklinin ikinci adresi haline de gelmiş. Yazlıkçılar yoğunlukta olsa da, Ayvalık’a çok yakın olmasından dolayı, yılın on iki ayı yerleşim de yüksek oranda.
Cunda’da yaz aylarında tertemiz denize girilecek pek çok koy var. Biz ilkbaharda gittiğimiz için denize ayaklarımızı sokmakla yetindik ama siz yaz aylarında giderseniz serin denizin tadını doyasıya çıkarın. Ama bence en güzeli Ayvalık ve Adaları gezen bir tekne turuna katılmak olur. Suyu Akdeniz’e göre serindir, demedi demeyin. 18 yaşındayken Ayvalık’ta yaptığım dalışta hem akıntıya kapılmış hem de çenelerimin zangırdamasına engel olamamıştım. Dudaklarım tekneye çıktığımda mosmordu. Gerçi o yıllarda pek zayıftım. Artık yağlarım beni soğuktan koruyor. ama yine de bu suyun soğuk olduğu gerçeğini değiştirmiyor!
Cunda, sokaklarında pek çok farklı renk bulunabilecek bir ada. Biz Küçük Gezgin ile keyifle gezerken, ayak lifleri kopmuş olan sevgilim Arnavut kaldırımlarında acıdan kıvranıyordu ama garibim yine de bize eşlik etmekten geri durmadı.
Cunda’da Küçük Gezginle vakit geçirmekten en çok keyif aldığımız yerlerden biri Taksiyarhis Kilise’si oldu. Ada’nın en bilindik en özel yapısına sahip olan kilisenin tarihi çok eskilere dayanıyor. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden 9 yıl sonra yapılan ancak daha sonra depremler, savaşlar nedeniyle büyük bir yıkıma uğrayan kilise, 1873 yılında eski temellerinin üstüne Baş melekler Cebrail ve Mikail’e adanarak yapılmış. 1927 yılında kilise binası minaresiz camiye çevrilmiş ve bu sırada duvar resimlerinin üstü boyanmış. Kiliseler camiye çevrilirken verilen hasara içim yanıyor. O freskler, o ayrıntıların her biri yok oluyor… Geriye elde bir avuç şey bile kalmıyor. Burada da ikonların büyük kısmı yerinden sökülmüş. Kilisenin çanlarından birinin Berlin Bergama Müzesi’nde sergilenen dünyanın en büyük çanı olduğu söylense de bazı kaynaklar çanın Midilli’de olduğunu belirtiyor.
1944’teki depremde hasar görünce kullanıma kapatılan bina Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı’na tahsis edilince 2014 yılında tekrar hayata dönmüş. Müzeye dönüştürülen kilisede klasik otomobil, saat, gemi dümeni, eski dalgıç kıyafeti, tarihi bisiklet gibi 1600-1800’lü yıllara ait pek çok eser sergileniyor. İki katlı kilisenin yukarı katında da oyuncak çeşitlerini görmek mümkün. Kilisede gördüğü her şey Küçük Gezgin’in dikkatini çekti tabii ama onun uzun süre vakit geçirdiği yer, eski kalıntıları görebildiği cam platformdu. Daha önce yurt dışında bazı kiliselerde de gördüğüm bu camdan platform, yapının temelini görmek açısından iyi düşünülmüş bir ayrıntı.
Bizim Aşıklar tepesinde müzeye çıkarken içerisinde mezuniyet fotoğraf çekimi yapıldığını gördüğümüz Agia Triyada Kilisesi, 1858 yılında inşa edilmiş. Ancak ne acıdır ki, mübadeleden sonra yalnızlığa mahküm edilmiş ve zaman içinde içindeki pek çok ikonla birlikte tahrip edilerek yıkılmış. Geriye sadece üç duvar kalan kilisenin bu bakımsız halini görünce insanın içi cız etmiyor değil! Tek avuntum adadaki yapıların yavaş yavaş restorasyondan geçiyor olmaları. Umarım sıra Cunda’nın tarihine tanıklık etmiş olan bu kiliseye de gelir.
Aşıklar tepesine çıkmamızın nedeni Adanın harika manzarasını görmek değil, restorasyondan geçmiş olan kilise ve yel değirmenini görmekti. Tepedeki Agios Yannis Kilisesi’nin Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden kısa bir süre önce inşa edildiği düşünülüyor. Aşıklar tepesinde inziva kilisesi olarak yapılan bu şapel, mübadeleden sonra yıllarca yıkık bir halde tepenin simgesi olmuş. Rahmi Koç tarafından restorasyonu yapılan Şapel, Necdet Kent Kitaplığı olarak hizmet vermeye başlamış. Restorasyon ve kazı çalışmaları sırasında şapelin kendisine ait olduğu tahmin edilen yel değirmeni kalıntılarına rastlanınca, şapelin yanına bir de yel değirmeni yapılmış. Mavi ve yeşilin her tonuna gözünüzün denk geleceği tepede, bir de kafeterya bulunuyor. Biz kafeteryada otururken, Küçük Gezgin saatlerce minik kütüphaneden çıkmadı.
Coca Cola Şirketler grubunun başındaki dev isim olarak bildiğimiz Muhtar Kent’in, babası diplomat Necdet Kent’in kitaplarını bağışladığı kitaplığa da onun adı verilmiş. Kilisenin içindeki bazı freskler duruyor. Kilisenin içinde restorasyon sırasında bulunan ve şapele ait olduğu düşünülen çan da kütüphanenin içinde sergileniyor. Benim en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de, 1621 tarihli Kitab-ı Muhammediye’nin burada sergileniyor olması. Seçtiği ansiklopedileri karıştırarak buranın en çok tadını çıkaran Çakıl oldu. Sahaflardaki eski kitap kokusuyla yetiştirdiğim Çakıl içerdeki bu kokuyu duyar duymaz kendini kitapları karıştırırken buldu. Gerçekten çok görülmesi gereken bir yer.
Tepeden baktığınızda hemen bir yan tepede de yıkık yel değirmeni göreceksiniz. Çıkın Rahmi Koç Müzesinden, yürüyerek oradaki tepeye gidin. Enfeesss bir manzara göreceksiniz. Yürürken ara caddelere sapın, yıkık duvarların arasından size bakan gözler göreceksiniz. Ara sokaklarda terk edilmiş evler olduğu gibi yaşayan evler de var. Hepsi birbirinden renkli…
Cunda’nın en renkli, en cıvıl cıvıl yeri Cunda Liman. Merkezde restoranlar, barlar, Kafeler, hediyelik eşya satan dükkanlar var. Gündüz gece oldukça kalabalık olan merkezde ister oturun bir meyhaneye rakı-balık yapın, ister gündüz vakti alın elinize bir dondurma, balıkçı teknelerinin yolunu gözleyen kedileri izleyin. Küçük Gezgin uzun bir süre kendini bu kedileri izlemeye adadı 🙂
Cunda Adasında ormanın içine doğru arabayı sürdüğünüzde hem harika bir manzarayla hem de milli parkla karşılaşıyorsunuz. Vaktinizin bir kısmını burada geçirebilirsiniz. Biz İzmir’e dönerken, Cunda’ya kadar gelmişken Şeytan Sofrasına uğradık. Mutlaka gidilmesi gereken tepenin manzarası muhteşem. Tepenin adı, şeytanın burada ayak izini bıraktığına inanılmasından dolayı Şeytan sofrası olmuş. Sönmüş volkanın lavlarından oluşan bu tepedeki restoranda bol bol oksijene doyup yüz poz fotoğraf çektikten sonra Türk kahvesi eşliğinde güneşi batırmak en büyük keyif.
Cunda’ya gelmişken mutlaka yapılması gereken şeyler var.
- Cunda sokaklarında avare avare dolaşıp, her gördüğünün resmini çekmek
- Limanda sakızlı dondurma yemek
- Limandaki balıkçılardan birinde deniz kestanesi eşliğinde değişik mezelerle temiz havanın tadını çıkarmak
- Taş Kahvede soluklanmak
- Yel Değirmenlerini görmek için çıktığında manzaranın büyüsüne kapılmak
- Aşıklar Tepesine çıkıp tarihi değirmen ve kütüphanenin gölgesinde soğuk bir şeyler içmek
- Şeytan Sofrasına çıkıp manzara karşısında ağzınızın bir karış açık kalmasına engel olamamak
- Taksiyarhis Kilisesine gidip, müzedekileri dikkatlice incelemek
- Agia Triyada Kilisesinin yıkık yapısı içinde fotoğraf çekmek
- Gitmişken bir de Sarımsaklı Plajında ayaklarınızı buz gibi suya sokmak…
Biz Cunda’dan Küçük Gezgin ile huzurla ayrıldık. Bakımsızlığına üzüldük, renkli ara caddelerine bayıldık, keşke daha iyi koruyabilseydik dedik, restorasyon çalışmalarının başlamasına sevindik… Mis gibi kokusunu içimize hapsedip İzmir’e döndük. Size de tavsiye ederiz:)
Merhaba şimdi sabahın 8inde ayvalıktan Cundaya geçerken yazınızı okuma şansım oldu çok naziksiniz ellerinize yüreğinize sağlık betimlemeler çok iyi.6-7 kez Cundaya gelmiş ama hep kalabalıkta sersemlemiş biri olarak 4 günümün birini burada keyifle geçireceğim inşallah
ben teşekkür ederim. umarım harika vakit geçirmişsinizdir