KÜÇÜK GEZGİN’İN AMERİKA MACERASI DA NEREDEN ÇIKTI?
Küçük Gezgin’in Amerika Macerası nerden mı çıktı? Tabii ki benden çıktı. Blogun takipçileri bilir ki Küçük Gezgin Çakıl iki dilli yetişiyor. Ben onunla 1 yaşından beri aralıksız İngilizce konuşuyorum. Bu uğurda neler çektiğimi bir ben bilirim bir Allah gerçi:)) Zira yarım yamalak Ankara aksanlı İngilizcem ve insanların hiç de yardımcı olmayan tavırlarıyla geçirdiğim 5 senenin ardından, bazen insanın “yeteeer” diye bağırası geliyor ama pes etmedim.
Bizim gibi maceracı ve gezgin yaşamında İngilizcenin ona pek çok kapı açacağına inandım. 18’ine geldiğinde “interrail yapıp trenle Avrupa’yı gezicem ” diye tutturduğunda yolda belde bir sürü insanla arkadaşlık kurabilsin istedim. Seçtiği meslek ne olursa olsun dünyanın her yerinde yapabilsin istedim. Ve pek çok kişi İngilizceyi öğrenmeye çalışırken o ikinci hatta üçüncü dil öğrensin istedim. Ve bu amacım uğruna tamamen ücretsiz bir hizmet aldım; ben!!! Dediğim gibi yurtdışında yetişmemiş ve anadili İngilizce olmayan biri için bu hizmeti vermek oldukça zahmetli oluyor aslında. Bebekken Türkçe aguduk buguduklar yapmak isterken yüzümü açıp kapattığımda “ce ee” diyeceğime “peekaboo” demek zorunda kaldım, anamın bana söylediği Türk ninnileri yerine İngilizce ninniler söyledim. Bir sürü İngilizce oyunlar öğrenip gelişimine katkıda bulundum. Büyüdükçe sorduğu sorulara cevap verebilmek için baya bir zorlandım. Bir sürü kitap okudum, araştırma yaptım… ve şu anda inanılmaz kelime haznesine sahip, dünyanın neresine gidersek gidelim insanlarla sohbet edecek güveni kendinde bulan, dil merakı gelişmiş, aksanlı:) İngilizcesiyle kendine herkesi hayran bırakan 5 yaşında bir kız çocuğuyla birlikte yaşıyorum. İspanyolca ve Fransızca öğrenmek hayaliyle güne başlayan bir çocukla:) Dünya görüşü bile inanın bir dil sayesinde farklılaşıyor insanın. Gördüğü, gittiği yerlerde insanlarla kurduğu iletişim, çocuklarla oynadığı oyunlar hayatını şekillendiriyor. Çok daha kendine güvenli, sosyal bir çocuk oluyor. Evet Küçük Gezgin Çakıl belki Hindistan’da gönüllü çalışmalarda bulunacak, belki İngiltere’de müzisyen olacak, belki Türkiye’de kuaför. Ama seçtiği yaşam nerede ve nasıl olursa olsun sahip olduğu bu şey onun vizyonunu hep bir adım önde tutacak. O yüzden bana “proje çocuk yetiştiriyorsun” diyenlerin alnını karışlar, kendilerine sevgilerimi iletirim. Başarı odaklı değil, mutluluk odaklı, vizyonu geniş, özgür çocuklar yetiştirmektir önemli olan:)) “anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az” derim.
Bizim gibi maceracı ve gezgin yaşamında İngilizcenin ona pek çok kapı açacağına inandım. 18’ine geldiğinde “interrail yapıp trenle Avrupa’yı gezicem ” diye tutturduğunda yolda belde bir sürü insanla arkadaşlık kurabilsin istedim. Seçtiği meslek ne olursa olsun dünyanın her yerinde yapabilsin istedim. Ve pek çok kişi İngilizceyi öğrenmeye çalışırken o ikinci hatta üçüncü dil öğrensin istedim. Ve bu amacım uğruna tamamen ücretsiz bir hizmet aldım; ben!!! Dediğim gibi yurtdışında yetişmemiş ve anadili İngilizce olmayan biri için bu hizmeti vermek oldukça zahmetli oluyor aslında. Bebekken Türkçe aguduk buguduklar yapmak isterken yüzümü açıp kapattığımda “ce ee” diyeceğime “peekaboo” demek zorunda kaldım, anamın bana söylediği Türk ninnileri yerine İngilizce ninniler söyledim. Bir sürü İngilizce oyunlar öğrenip gelişimine katkıda bulundum. Büyüdükçe sorduğu sorulara cevap verebilmek için baya bir zorlandım. Bir sürü kitap okudum, araştırma yaptım… ve şu anda inanılmaz kelime haznesine sahip, dünyanın neresine gidersek gidelim insanlarla sohbet edecek güveni kendinde bulan, dil merakı gelişmiş, aksanlı:) İngilizcesiyle kendine herkesi hayran bırakan 5 yaşında bir kız çocuğuyla birlikte yaşıyorum. İspanyolca ve Fransızca öğrenmek hayaliyle güne başlayan bir çocukla:) Dünya görüşü bile inanın bir dil sayesinde farklılaşıyor insanın. Gördüğü, gittiği yerlerde insanlarla kurduğu iletişim, çocuklarla oynadığı oyunlar hayatını şekillendiriyor. Çok daha kendine güvenli, sosyal bir çocuk oluyor. Evet Küçük Gezgin Çakıl belki Hindistan’da gönüllü çalışmalarda bulunacak, belki İngiltere’de müzisyen olacak, belki Türkiye’de kuaför. Ama seçtiği yaşam nerede ve nasıl olursa olsun sahip olduğu bu şey onun vizyonunu hep bir adım önde tutacak. O yüzden bana “proje çocuk yetiştiriyorsun” diyenlerin alnını karışlar, kendilerine sevgilerimi iletirim. Başarı odaklı değil, mutluluk odaklı, vizyonu geniş, özgür çocuklar yetiştirmektir önemli olan:)) “anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az” derim.
Evet, Gezgin ruhumuzun esiri olarak Küçük Gezgin ile beraber Batı Avrupa’nın pek çok yerini gezmiş, Doğu Avrupa’ya yüzümüzü dönmüştük. Ama bu sene ileride mutlaka yapmak istediğimiz Amerika seyahati için vize alıvermiştik. Ama vize almış olmak birden bire uykularımızı kaçırıverdi. Amerika kapısı açılmışken bunu değerlendirmeliydik. Peki ne yapmalıydı. Amerika’da tatil bizim için biraz lüks kaçabilirdi şu aşamada. Ama şeytan dürttü ya bir kez… Gitme dürtüsü beni rahat bırakmıyordu bir kere! Düşünüp taşınıp, hesap kitabın içinde boğulduğum günleri geride bıraktıktan sonra Küçük Gezgin ile Amerika’ya 3 aylığına gitme kararı verdim. Bu 3 ay bizim 3 kişilik 15 günlük tatilimizden daha mantıklı olacaktı! Bu 3 ay onun anaokuluna gideceği, bol bol İngilizceyle haşır neşir olacağı, her milletten insanı bir arada görebileceği, yen, kültürlerle tanışabileceği, yeni yerler görüp, yeni insanlar tanıyıp bir taşla benim bile sayamayacağım kadar çok kuş vurabileceği bir 3 ay olacaktı. Tabii bu süreçte sevgilimin desteğini es geçemeyeceğim. Ne de olsa bomboş evde duvarlara baka baka oturacak olan oydu. Hem de bunu ilk kez yapmıyordu. 2002 senesinde üniversiteden mezun olduğumda “İngiltere’ye gidicem” diye tutturduğumda da aynı desteği göstermiş ve garibim 6 ay boyunca bomboş evde tek başına yaşamak zorunda kalmıştı. Bu sefer evin duvarlarına işlemiş olan çocuk sesi de olmayacağı için onun adına zor bir süreç olacaktı. Ama ne yalan söyleyim gıkı çıkmadı. Ne de olsa biliyordu; aklıma eseni yapacaktım, başka yolu yoktu.
Tabii pek çok kişinin ağzı durmadı, ağzı dursa gözü durmadı; eleştirmekten geri kalmadılar. Tabii ben kulak astım mı hayır asmadım. Çünkü biz Küçük Gezgin Çakıl ile zaten “normal” olmayı pek becerebilenlerden değildik. Risk almayı sevenlerdendik. Eeeee… O zaman bizi çevremizdekilerin söyledikleri mi yıldıracaktı? Tabii ki hayır. Yıldıramadı da zaten.
Tabii Amerika’ya gidicem, çocuğu orada anaokuluna göndericem demekle bitmiyor her şey. Bunun için aylarca pek çok şeyden fedakarlık edip para biriktirmek gerekiyor. Baktın yetmiyor bireysel emekliliğini bozdurmak ya da arabayı satmak gerekiyor. Aaaa… Çok paran mı var, bu aşamayı geçiyorsun tabii… Ehhh biz bu aşamada aylarca takılı kaldık:(
Sonra çok güvenli, az göç alan, suç oranı düşük bir şehir bulmalıydım. Mümkünse çok büyük olmayan. Çünkü dünyanın neresine giderseniz gidin büyük şehirler çocukla gezmek için idealdir, yaşamak için değil. Hele ki Amerika’da. Avrupa’nın şehirleri ve düzenini oldukça iyi bilen biri olarak gözüm kapalı Avrupa’ya gidebilecekken; hiç Amerika2ya gitmemiş ve suç oranı oldukça yüksek olan bu ülkede güvenli bir yer bulabilmek!!! Tahmin ettiğimden de zor oldu acıkası. Eeee… Bir de mümkünse sıcak bir yer olmalıydı tabii… Güzelim İzmir’imin ana kucağı gibi sıcak havasından bir yerlerimizi donduracak soğuklukta bir yere hiç gitmeyi hayal etmedim ne yalan söyleyim. Peki neresi olmalıydı burası??? İşte bu noktada arkadaş, tanıdık, tanıdıkların tanıdıkları gibi onlarca insanla iletişime geçme zorunluluğu doğdu. Çok ilginçtir ama bu aşamada insanların pek de yardımsever olmadığı gerçeği suratıma tokat gibi çarpıverdi. Haftalarca arayış sürecim nerdeyse beni pes etme noktasına getirmişken; “arkadaşımın arkadaşı benim arkadaşımdır” dan yola çıkan ve California Davis’te yaşayan çok sevgili Özlem bana yardım eli uzattı. Gerçi elini verdiğinde kolunu kaptıracağını bilse yapar mıydı çok emin değilim ama uzatmış oldu bir kere:) Yazık yüzümü bile görmeden aylarca her nazıma katlandı, her sorumu cevapladı… Hani derler ya herkese böyle bir insan gerek:) Davis’in üniversite şehri olduğu, yapılaşma hükümet tarafından kontrol altında tutulduğu için göç almadığı ve son derece güvenli olduğunu söyleyince rotamızı Davis’e çeviriverdik.
Gideceğimiz zaman dilimini belirleyip uçak bileti arayışımıza girmiştik bile. Sadece şehir belli, daha kalacak yer bile bakmamışken “Bu iş olacak başka yolu yok” felsefesinin üstümde yarattığı basıdan olsa gerek ki, hoooop bir gece alıverdim uçak biletini.
Tabii gideceğimiz yeri belirlemekle bitseydi her şey keşke o zaman hayat pek bir güzel olurdu. Şarkılar mırıldana mırıldana günlerimi geçirirdim. Ama tabii öyle olmadı. Çünkü, merkeze çok uzak olmayan, güvenli, full eşyalı bir de ev bulabilmeliydim; hem de 3 aylığına… Bunun mucize istemekle aynı anlama geldiğini aylarca süren araştırmalar sonucunda anladım. İnsanın her istediğinin olması evet bir mucizeymiş. Gece geç saatlere kadar bilgisayar başında geçirdiğim günlerden birinde bu mucize gerçekleşiverdi:) bu bir şaka olmalıydı; gideceğim zaman diliminde 3 aylığına full eşyalı bir ev internete düşmüştü. Ben gözlerime inanamadım ama avaz avaza şarkı söyleyerek hemen atladım tabii üstüne. Evet ev işini de hallettiysek bir süre yan gelip yatabilirim.
Yattım mı? Evet… Uzun süren bu hazırlık süreci beni yormuştu; kendimi bir süre kitap okumaya adadım… Ama zaman yaklaştıkça artan stresten ne kitap ne televizyon…Hiç bir şey kar etmedi!!!
Havaalanından servis ayarla, Türkiye’deki son işleri hallet, gümrük için dosya hazırla, 4 valiz hazırla…. Kendini 5 yaşında bir çocukla tek başına seyahate hazırla, kendini 5 yaşında bir çocukla tek başına Amerika’da yaşamaya hazırla… Ama her şeyden ötesi Küçük Gezgin Çakıl’ı psikolojik olarak bu sürece hazırla… Sevgilinin içinde bulunduğu durumu anla; anlayışlı ol, sevgi göster… Yani baya zorlu geçen son günler…
Stresli geçen son günler ve tüm ailenin güzel vedası eşliğinde Münih aktarmalı San Fransisco uçağına binip uzuuuuun neredeyse 18 saat süren uçuş ve 2 saat gümrük sırası beklemekten bitap düşmüş bir şekilde Gümrükteki memurun sorularını cevaplamaya artık hazırdım.
Amerika’ya gidenler bilir ama gitmeyenler için bir dipnot geçesim var burada; çünkü Amerika’daki vize sistemiyle shengen ülkelerinin vize sistemi farklı. Bunu Amerika’ya gitmek için hazırlanmadan önce ben de bilmiyordum. Shengen vizesinde konsolosluğun verdiği vize süresince turist vizesi en fazla 3 ay olmak üzere kalma hakkına sahipsiniz. Amerika Konsolosluğu 5 ya da 10 senelik vize veriyor ama ülkede ne kadar kalacağınıza havaalanındaki gümrük polisi karar veriyor. Yani 10 senelik vizenizin olması gümrükte tökezlediğinizde adamın sizi geri çevirme hakkını elinden almıyor maalesef. İşte bu yüzden bu gümrük olayı beni kastı da kastı… Uykularımı yalan etti… 2 saat boyunca uykusu gelmiş bir çocukla hiç uyumadan ayakta durmaya çalışan bir kadına gümrük memuru acırdı herhalde:) Gümrük memuru oldukça kibardı neyse ki. ” neden burdasınız, nereye geldiniz” gibi basit sorularla sohbet etmiştik. Tam vizemi basacaktı ki; çenesi durmayan cırcır böceği Çakıl adama İngilizce “ben burada anaokuluna gidicem” demez mi… Haydaaaa…. Ulan turist vizesiyle ülkeye giriyoruz. Gözlerim pörtledi tabiii… adama da çaktırmamaya çalışıyorum. Memur ” tatil için geldiğinizi söylediniz çocuk okula gidicem diyor yalan mı söylüyorsunuz amacınız buraya yerleşmek mi” demez mi. Hoppaalaaa… Haydi burdan buyrun. Heyecandan kalbim güm güm… İşin ucunda ülkeye geri gönderilmek de var. “Onca işsiz güçsüz adam göç etmiş ülkene gıkını çıkarmamışsın, ben göçsem ne olur dicem” diyemedim tabii… “Türkiye’de Amerikan okuluna gidiyor onu demeye çalıştı herhalde, zaten eşim Türkiye’de isteniz de kalamam” deyip yüzüme de sahte bir gülümseme kondurup vizeyi kaptım… Ama Davis’e gitmek için servise binene kadar çığlık çığlığa sinirden bağırasım geldi de boğazımda düğümlendi:)
Veeee… İşte Küçük Gezgin ile Amerika maceramız bu şekilde başladı.