YEŞİL ÜNYE
GEZGİNLER ÜNYE’DEYDİK
Ordu Valiliği ve Gezginin Ayak İzleri Blogunun yazarı Cüneyt’in düzenlediği “4 Mevsim Ordu” Projesine katılan bloggerlardan biri olarak, Ordu’da en beğendiğim yerlerden birinin Ünye olduğunu söylemeliyim.
Belediye Başkan Yardımcısı Erhan Eren ve Basın Danışmanı İlhan Kartal ile Burçin Eren’in ve Ünye’nin en ünlü gazetecilerinden ve Canik Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ali Öztürk’ün bize eşlik ettiği Ünye Gezisi benim için Ordu’ya dair en güzel anılardan da biri olmuş oldu.
Herkesin “Karadeniz’in İncisi” diye adlandırdığı Ünye’nin uçsuz bucaksız sahilini, bu sahilde çekilmiş gündoğumu ve gün batımı fotoğraflarını görünce,” az bile demişler “dedim kendi kendime. Evet, bana ne gündoğumunu izlemek nasip oldu Ünye’de ne de günü Ünye sahilinde bitirmek, ama Erhan Bey’in çektiği fotoğrafları görünce, “Karedeniz’de yaşıyorsan, böyle bir yerde yaşamalısın” dedim.
Ünye’nin sahilinin güzelliğinden sonra, merkezdeki “Asırlık Çınar” dikkatimi çekiyor! Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan 500 senelik olduğu tahmin edilen çınarın boyu yaklaşık 30 metre. Çapı 2,85 metreyi bulan Çınar, yüzyıllar boyunca Ünyelilerin buluşma yeri olmuş. Fatih Sultan Mehmet’in Ünye’de hiç ağaç görmediği için dikilmesini emrettiği çınar bugün, Ünyelilerin altında serinlediği, şehrin en önemli değerlerinden biri haline gelmiş. Meydanda gördüğüm “1.Bebekler Günü” pankartları dikkatimi çekiyor. Bu sene ilki düzenlenen şenlik, hem Türk Japon Dostluğunu güçlendirmek, hem de bölgeye yeni bir değer katmak amacıyla düzenlenmeye başlamış. Etkinlikte, Ünye’de bulunan bütün bebekler meydana getirilip, dünyanın geleceği olan yeni doğmuş bebekler için hediyeler dağıtılıyor. Japon Büyükelçisi’nin Ünye’yi ziyareti sırasında hediye ettiği biblo bebek olan “Kokeshi”den yola çıkarak meydana yapılan 2 metrelik heykel ile, “Dünya Bebek Günü”nün her sene kutlanmaya devam edeceğini öğreniyorum. Bana oldukça ilginç gelen bu şenlik, belki de Ünye’ye uluslar arası bir kimlik kazandırır, kim bilir?
Ünye kadıları, kaptanları ve hattatlarıyla ünlü bir şehir. Yetişmiş olan en ünlü hattatlardan biri olan, Osmanlı’nın en son turasını yapan ve 2. Mahmut’un da öğretmenliğini yapmış olan Mustafa Rakım Efendi’nin Ünyeli olduğunu öğreniyorum. Meydanın ara sokaklarını gezerken, ayakkabıcılar ve bakırcıların hala şehirde aktif rol aldığını görmek de mümkün. Hal böyle olunca şehrin hem Karadeniz için hem de Türkiye için olan önemi gözümde başka bir yer buluyor.
Cumhuriyet Meydanından sonra çıktığımız Kadılar Yokuşu, Ünye’nin tarihi dokusuna sahip çıkılarak yenilenmekte olan bölgesi. Osmanlı Evlerinin süslediği bu yokuşta, yıkılmaya yüz tutmuş tarihi evler ve restorasyondan geçmiş konaklar iç içe bulunuyor. Gece ışıklandırılmış halinin gündüz görüntüsünden çok daha güzel olduğu bu yokuş ismini, Osmanlı Döneminde Ünye’de yaşayan Kadıların bu yokuşun tepesinde yaşamalarından alıyor. Kadılar Yokuşu’nun bu yenilenme ve dönüşümü tamamlandıktan sonra, Ünye’nin kültür merkezi olacağı kesin. Burayı gördüğümde aklıma gelen ilk yer, Eskişehir’deki Odunpazarı Evleri oldu. Ben üniversitede okurken virane olan Odunpazarı’nın şu anda şehrin en önemli kültür ve cazibe merkezi olduğuna şahit olunca, Ünye Kadılar Yokuşu’nun da benzer bir dönüşümden geçeceğini tahmin edebiliyorum. Nasıl şimdi turlar düzenleniyorsa sırf Odunpazarı Evleri’ni görmek için, gün gelecek belki de Ünye’ye Kadılar Yokuşu’nu görmek için turlar düzenlenecek. Hayal etmesi benden, gerçekleştirmesi yerel yönetimlerden:)
Kadılar yokuşunda bulunan her tarihi ev, insanı içine çeken cinsten. Yıkık dökük yapılarında Adile Naşit, Münir Özkul filmlerinin sahneleri gözümde canlandı. Camlarından şen kahkahalar yükselen, ahşap merdivenleri bol gıcırtılı olan yuvalarına benzettim. Tamam itiraf ediyorum, yokuşu çıkarken sıcakta biraz dilim dışarıda gezmiş olabilirim, nefesimi zor toparladığım için konakların arasında mola vermek zorunda da kalmış olabilirim ama bunu bir fırsata çevirip konakları bolca inceleme şansı elde ettiysem ve kendimi Türk filmlerinin romantizmine bırakabildiysem, o zaman sorun yok diye düşünüyorum:) Bazılarının butik otel olarak hizmet vermeye başlayacağını öğrendiğim konaklardan en güzellerinden biri olan Ünye Müze Evi. Müze, yeni bir sürece girmiş. Bu sürece, yerel basından sonra ilk tanık olanlardan olmak ise sanırım en büyük şansım oldu.
Benim daha önce Beypazarı’nda ilk kez görmüş olduğum, bir diğerinin ise Bursa Cumalıkazık’ta bulunduğunu bildiğim Türkiye’deki üçüncü “Yaşayan Müze” olan Ünye Müzesi, insana bir müzeden çok daha fazlasını sunuyor. Karadeniz’de bir ilk olan “Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi” , Osmanlı kültürü ve sosyal yaşantısına dair bilgileri, hikayelerle, dokunarak, hissederek ve adeta o dönemin içinde yaşayarak öğrenme imkanı sunuyor. Yaşayan Müzelerin diğer etnografya müzelerinden en önemli farkı, etnografya müzelerinde, camekanlar altında ve ya zincirlerle çevrilmiş odalarda dokunamadan görmek zorunda kaldığınız kültürel ögeleri, hikayeler eşliğinde dokunarak inceleme şansına sahip olmanız. Herhangi bir etnografya müzesinde geçireceğiniz bir saat sonunda aklınızda kalan şey sayısı bir elin beş parmağını geçmezken, yaşayan müzelerde saatlerce müzeyi gezmeye doyamayacağınız gibi, eve döndüğünüzde anlatacak onlarca hikaye de hafızalarınıza kazınmış oluyor.
Ünye Belediye’sinin Ünye’ye kazandırdığı en önemli yapıtlardan biri olan bu müze, aynı zamanda tarihi bir konak. Mimar Sinan’ın Klasik Osmanlı Mimarisinin özelliklerini taşıyan bu değerde bir konaktan Türkiye’de yaklaşık 60 tane kaldığı biliniyorsa, taşına, ahşabına sıkı sıkı sarılmak lazım. Böyle bir konak görmek her zaman herkese nasip olmaz deyip, bol bol kokusunu içe çekip, her yerini iyice incelemek lazım!
Müzenin avlusuna adım attığım anda çocukluğumun oyunları beni karşıladı. Yere çizilmiş sek sek oyununu oynamasam içimde kalırdı:) Topaç atma benim en sevdiğim oyunlardandı ama güne damgasını vuran ip atlama ve ip çekme oyunu oldu benim için. Her ne kadar 10 yaşımdaki performansımı sergileyememiş olsam da; 37 yaşımda da performansımın gayet iyi olduğunu söyleyebilirim:)
Müzeye girdiğimde “Karagöz Hacivat” Gölge oyununa dair kısa bir bilgi aldıktan sonra, blogger arkadaşlarımın katılımıyla güzel bir gösteri izledim. Oldukça eğlenceli olan gösteri, bizim kültürel öğelerimize dair önemli izler taşısa da modernize edilmiş haliyle beni kahkahalara boğdu!
Müzeyi gezerken bizi bilgilendiren İhsan Akbulut, Türk Halk Bilimi Mezunu olduğu için, günlük yaşamda pek çok deyimin nereden çıktığına dair oldukça önemli bilgileri hikayeler eşliğinde anlattı. Benim Sosyoloji mezunu olmamdan dolayı pek çoğunu bilmem, çenemin düşüp sürekli konuşmam hikayelerin ara ara bölünmesine neden olsa da, bildiğimden daha fazlasını öğrendiğim bir gerçek! Bir ara baktım blogger arkadaşlarım “yeter artık sus” der gibi bakıyor, biraz susmayı denemedim değil tabii:) Müzede anlatılan hikayelere yönelik derin bir sessizliğe şu anda sizin için bürünüyorum ki, büyüsü kaçmasın. İstiyorum ki gittiğiniz zaman, gördükleriniz ve dokunduklarınızla o anlatılan hikayeler canlansın gözünüzde.
Osmanlı Dönemi’nde oldukça yaygın olan ahşap baskının yapımını izlediğimiz müzede benim için en önemli anılardan biri hayatımda ilk defa “ebru çalışması” yapmak oldu. Oldukça keyif aldığım bu çalışmada yaratıcılığın sınırı olmadığını gördüm. Tamam, bir ara fırçayı suya sokarak şekil vermeye çalışmış olabilirim ama ben sulu boya yaparak büyüyen bir nesilden geliyorum, ebru yaparken fırçayı suya sokmamam gerektiğini nerden bilebilirim öyle değil mi:)
Müze, aynı zamanda, Ünye Halkı’nın katkılarıyla da kurulmuş. Müzenin hizmetine katkıda bulunmak isteyen herkes, evlerinde tarihi değer taşıyan ne varsa getirmişler. 1. Dünya Savaşı sırasında bir Alman askerin Türk askerine hediye etmiş olduğu akordeon bile müzede yerini bulmuş. İmece usulü düzenlenen odada, evlerinin en kıymetlileri, yıllarca pek çok şeye tanık olmuş olan eşyalar şimdi hikayelerini anlatmak için sizi bekliyor! Bu müzeyi gezmeye doyamayacağınızın garantisi benden:)
Tabii her yerde olduğu gibi Ünye’de de ziyaret edilmeyi bekleyen bir kale varsa, tekerler oraya döner! Ünye Kalesi, gün ışığına henüz çıkmamış pek çok bilgiyi hala içinde saklayan bir kale. Kalenin en büyük özelliği büyük bir kısmının kayadan oluşuyor olması. Çıkmasının pek kolay olmadığını söylemeliyim. Bir kısmını doğal taşlardan tırmanarak bir kısmını da sonradan yapılan merdivenleri aşarak tepeye ulaşmak mümkün. Kalede dikkatimi çeken 4 önemli detay oldu. Birincisi, bir zamanlar doğal merdivenlerle ulaşılabilen kaya mezarları, ikincisi, derinliği hala ölçülmemiş bir tünel, üçüncüsü, müthiş manzaralı bir açık alan küveti ve sonuncusu da insan profiline sahip bir tepe.
Kalenin ilk yapılma tarihinin M.Ö. 250’li yıllar olduğu tahmin ediliyor. Doğal kayalar kullanılarak oluşturulmuş kale, tarihsel süreç boyunca pek çok uygarlık tarafından kullanılmış. Kaleye ulaşıldığında Osmanlı Döneminde yapılmış olan giriş kapısının hemen solunda bulunan kale mezarları, oldukça ilgi çekici. Tepeye tırmandıkça büyüleyen manzaranın tarifi pek kolay değil. İçine taş attığında sesini saniyelerce duyabildiğin, derinliğinin henüz kimse tarafından bilinmediği bir tünelle karşılaşmak ise oldukça şaşırtıcı.Tünelin, güvenlik nedeniyle şehre ulaşmak için mi, dereden su getirmek için mi yoksa kutsal ayinler için mi yapıldığı hala bilinmiyor. Bu sır perdesi, tüneli bu kadar cazip kılan şey olsa da, derinliği ölçüldüğünde ve araştırmalar yapıldığında çok daha şaşırtıcı sonuçlar elde edileceğine eminim. Üşenmedik, attık taşı ve dinledik. Taşın çıkardığı ses bile saniyelerce bizi bu kadar etkilediyse, o tünel ışıklandırılıp sonu bulunduğunda yapılacak olan bir yürüyüşü tahmin bile edemiyorum. Açılsın, sırf bu merakı gidermek için tekrar Ünye’ye gideceğim.
Tepeye çıktığımda gördüğüm açık alan küveti ise, kadınların her dönemde keyfine ne kadar düşkün olduğu izlenimini verdi bana:) Bir kraliçeye mi yoksa krala mı aitti kim bilir bu küvet ama ben nedense harika Ünye manzarası eşliğinde banyo yapan ancak bir kadın olur diye düşündüm:) Ne de olsa hala güllü ve köpüklü küvetlerde keyif yapanlar kadın milleti değil mi:)
Beni kaleye dair en etkileyen şey ise, Kalenin kuzey batısında yer alan insan silueti oldu. Baya koca burunlu, koca dudaklı, hatta neredeyse bıyıklı bir adam karşınızda duruyor. Gidip tepenin ucunda poz vermemek için dudaklarımı ısırdım. Eğer yolları otla kaplı olmasaydı, bu poz hiç kaçmazdı ama önümü göremediğim yolda daha fazla ilerlemeyi göze alamayıp bir küçüğünde poz vererek kendimi kandırmış oldum. Bir dahaki gittiğimde o pozu vermeden dönmeyeceğim:)
Yunus Emre’nin Türkiye’deki onlarca türbesinden birinin Ünye’de olduğuna inanılıyor. Mezarının aslında kesin olarak nerede olduğu bilinmese de, bir dörtlüğünde “Oney oldu son durak, göçtük Elhamdülillah” demesinden ve Oney’in Ünye’nin eski adı olmasından dolayı mezarının Ünye’de olduğu inanışı oluşmuş. Oldukça etkileyici olan bu türbeyi ziyaret etmeden Ünye’den ayrılmamak gerek.
Bizim Ünye’deki en güzel duraklarımızdan biri Asarkaya Mesire alanı oldu. Müthiş bir manzaraya sahip olan bu mesire alanında, belediye işletmeciliğinde piknik ve mangal yapmak mümkün. Oldukça temiz ve bakımlı olan bu dinlenme yeri, insanı oksijeninin bolluğuyla biraz kendinden geçirse de, yapılan yürüyüş yolunda gün batımını izleyerek yapılan bir gezinti insanı kendine getirmiyor değil. Çocuk oyun alanları, voleybol sahaları ve yapılmakta olan seyir terasıyla Ünyeliler için harika bir dinlenme alanı oluşturulmuş.
Bizim Ünye’deki en son durağımız Ünye Atlı Spor Tesisleri oldu. Tesis, futbol ve tenis sahaları da içeriyor. Hafta sonları ailece gidip keyif yapmak için oldukça güzel bir ortam oluşturulmuş. Öyle, bizim köyde atların üstünde büyüdüm diyeceğim bir çocukluğum olmadı ne yalan söyleyeyim. Sanırım ata ilk kez, bizim Küçük Gezgin 2 yaşındayken beraber bindik. Baktım koca atı benden iyi sürüyor, hırs yaptım bir iki ders aldım. İşte gün bu gündür deyip, atın üstüne atlayıp Ünye’ye vedamı da bu şekilde yapmış oldum. Ünye’den “Geziyorum Öyleyse Varım” diyen bir Zeyna geçti desinler…
Ünye, Ordu’nun en güzel yerlerinden biri. Ordu’ya gitmişken Ünye’yi görmeden dönmek ayranı tuzsuz içmeye benzer, benden söylemesi!
Bu geziyi organize eden Gezginin Ayak İzleri Blogunun yazarı Cüneyt’e,
Günlerce bizi bıkmadan usanmadan ağırlayan Aktaşlar Restorana, ve geziyi neşeleriyle şenlendiren caaanım blogger arkadaşlarım Amcaoğlu,Bilinmeyen Rota, Çapulcu Yollarda, Çelebi Alper, Dünyanın Yerlisi, Geze Geze Türkiye, Tadında seyahat, Gezgin Kadınlar, Gezgin Kedi, Gezgin Martı, Gezmek Güzel, Giyen Bayan, Küçük Dünya, Pustoo Dünya, Seyyahça, Yoldaki, Zafer’in Seyir Defteri ‘ne
Sn. Ordu Valisi İrfan Balkanlıoğlu’na, Sn. Ordu İl Kültür Turizm Müdürü Uğur Toparlak’a,Sn. Aybastı Belediye Başkanı İzzet Gündoğar’a,Sn. Ünye Belediye Başkan Yrd. Erhan Eren’e ve Basın Danışmanı İlhan Kartal’a,Sn. Çatalpınar Belediye Başkanı Ahmet Türe ve Mustafa Şenel’e, misafirperver köy halkına Ordu Valiliği Basın Danışmanı Mustafa Sezer’e teşekkür etmeden olmaz.
Ordu’da zaman geçirmek bir ayrıcalıktır…