PORTEKİZ GEZİMİZ
PORTEKİZ GEZİMİZİN HİKAYESİ
Portekiz’e gitme kararımızın arkasında aslında Avrupa’nın en batı ucuna gidelim falan yoktu. Açık söyleyeyim, büyüyen kızımız ve daralan ruhumuz için yerleşebileceğimiz yeni yerleri araştırırken karşımıza Portekiz çıktı. Diğer Avrupa ülkeleri gittikçe şartlarını zorlaştırmıştı. E bir de hepsi tıklım tıklım göç aldığı için açıkçası çok da sıcak gelmedi. E gelseydi de zaten nasıl gidecektik falan derken. Golden visayı araştırmaya başladık. Yani ev alanlara oturum hakkı veren ülkeleri. İşte o zaman karşımıza dan dan daaaan… Portekiz çıktı. E daha önce de hiç gitmemiştik… Olur muydu? Kim bilir?
Çevremizdeki insanlarla konuşmaya başladık. Portekiz gitmeye değer miydi? Portekiz yaşanılabilecek bir yer miydi? Sorduk da sorduk insanlara. Daralttık da daralttık. Sonra da dedik ki herkesin her şeye bakış açısı farklı. Çünkü benim hiç sevmediğim Kopenhag’a bir başkası bayılırken, çok sevdiğim Madrid, bir başkası için Ankara’dan farksızdı. Zaten insanlar göç olayına da pek açık değildi. Zaten kafamızda milyonlarca soru “yapabilir miyiz, değer mi, Çakıl uyum sağlayabilir mi, biz orada ne iş yapabiliriz” gibi sorularla boğuşurken üstüne insanların olumsuz bakış açılarıyla uğraşmak da çok yordu bizi. Herkes bir şey söyledi de söyledi. Kendi korkuları, kendi değerleri ve hayata bakışlarıyla yorumladılar elbette… Gaz vermelerini beklemedik ama bu kadar olumsuz olacaklarını da beklemiyorduk. Bir süre sonra insanlarla konuşmaktan yorulduk ve kendi içimize döndük.
Ve işte o zaman bize Portekiz yolları gözüktü. Okul açılmadan gitmemiz gerekiyordu, Temmuz-Ağustos en uygun zamanımızdı ve biletler Amerika bileti fiyatlarındaydı. Değer miydi? Bilemiyoruz, çünkü Portekiz hakkında Lizbon ve Porto’nun güzel şehirler olduğuna dair bilgiler dışında reel bir bilgi de açıkçası elimizde yoktu. Ama işin kötüsü zaman olarak başka bir zamanımızda yoktu. yapacak bir şey yok dedik, geçtik kredi kartını, üstüne de bir bardak buz gibi soğuk su içtik.
Portekiz yolları gözüktü de… Bu Şengen vizesi demekti. Yine bir sürü evrak topla, ne var ne yok neredeyse donuna kadar göster, sonra kişi başı 100 Euro öde ve bekle bakalım keyfine göre acaba kaç gün verecek. Yunanistan’dan başvurduk çünkü Korona baş gösterip hayatımızı alt üst etmeden önce bir black friday kampanyasında öldüm fiyatına Sakız adasına feribot bileti almıştım. Bir de eylül ayı sonuna harika bir cruise turu ile Santorini Mikonosa açılmak gibi bir karar vermiştik. Eh daha önce Yunanistan hep uzun süreli vizeler vermişti en kötü ne olabilirdi ki…
Tüm bu stres ve hazırlık sürecinde adalar krizi ve gerginlikten dolayı vize redlerini duymaya başladık. Gerildik… Neyse aldık vizemizi de… Verdiler mi bize 3 aylık süre zarfında 1 ay konaklamalı vize… uuups… İşte bu bize kötü bir sürpriz oldu. Bir taraftan o kadar insana verilen vize redlerini duyunca halimize şükrettik, bir taraftan da kısa süreli vize için ağzıma geleni söyledik de söyledik. Bıktık artık vize için uğraşmaktan. Aşağılayıcı bir durum aldı bu durum hepimiz için ama gitmek istiyorsak da yapacak bir şey yok.
Bu kadar köpürmemizin en önemli nedeni biz Portekiz’de bir ay kalacaktık ve biletlerimizi ona göre almıştık… üstüne de Cruise seyahatimiz ve sakız Adası gezimiz vardı. İşte, her şeyde vardır bir kısmet. Lanet olsun dedik, seyahat planını değiştirdik. Bir uçak ücreti kadar daha para ödeyip hoop çektik seyahati 15 güne.
Tabii Yunanistan’dan vize aldığımız için öncesinde mutlaka Sakız Adasında giriş yapmamız gerekiyordu. Arabayı, oteli her şeyi ayarladık… Ayarladık ayarlamasına ama küüüt diye Çakıl sancılarla kıvranmaya başladı mı? Günlerce kusmalı, ağlamalı, yerlerde sürünmeli sancılı günlerde yaklaşık 6 doktorun farklı ağızla konuşup teşhis koyamadığı korkutucu günler yaşadık. Bu halde hafta sonu bir yere gidemeyeceğimize göre… Sakız Adası planını iptal edip ödemesini yaptığımız için oteli yaktık. Feribotu erteledik. Arabayı iptal ettik. Çakıl’ın MR sonuçları gelmeden bir yere kıpırdayamayacaktık ki, eğer sonuçlar kötü çıkarsa Portekiz planlarımız da iptal olacaktı…
Günlerdir yaşadığımız kabus sonucunda rahminde 8,5cmlik iyi huylu bir kisti olduğu belirlendi. Moraller baya çöktü tabii… Ama olsun kötünün iyisi dedik, iyi tarafından baktık olaya. Sancıları biraz azalınca da son dakika feribot biletiyle Sakız Adasına ayak basıp vizemize onayı aldık çok şükür.
E sonrasında apar topar Portekiz hazırlıkları başladı tabii. Nerelere gidecektik? Tatil için gidiyorduk ama azcık da alıcı gözle bakmasa mıydık? E o zaman ana şehirler olan Lizbon ve Porto’nun dışında başka yerleri de görmeliydik. Algarve Bölgesini düşündük ilk önce. Portekiz’in tatil beldesi… Ama Algarve ne kadar güzel olsa da, daha çok yazlıkçıların bölgesiydi. Daha çok İngiliz, Fransız aileler yaz aylarında geliyor sonra evlerine dönüyorlardı. Yaşayan nüfusun pek çoğu da emekli olduktan sonra oraya huzur içinde yaşamak için yerleşen belli bir yaş ortalamasının üstünde olan insanlardı. E tabii bir de 15 güne inmişti seyahat süremiz. O zaman rotayı daha yakın yerlere çevirmeliydik belki de.
Lizbon cepteydi tabii. İnternetteki fotoğraflarına baktığımızda çok beğendiğimiz bir şehir oldu Lizbon. Çevremizdekiler de Allah var öve öve bitiremediler. Tamam, o zaman en uzun zamanı Lizbon’da geçirecektik. Lizbon’da kalacağımız 1 haftanın ilk 5 günü yürüyerek ve toplu ulaşım kullanarak her yeri keşfetmeyi hedefledik. Son 2 gün de araba kiralayarak yakın yerlere arabayla gitmeye karar verdik.
Araba kiralama olayı ise inanılmaz şaşırtıcı bir gerçekle bizi karşı karşıya bıraktı çünkü Avrupa’nın genelinden daha pahalıydı. Neyse allem ettik kallem ettik günlük 50Euroya araba bulabildik. Oteller ise almış başını gidiyordu. Yüksek sezonda bir yerlere gitmenin bedelini ödeyecektik. Yapacak bir şey yoktu ve pansiyon kıvamındaki otele günlük kişi başı yaklaşık 50Euro ödedik. E yapacak bir şey yok, yola çıkmıştık artık. Ve tüm bu fiyatları görünce de açıkçası tatili 15 güne indirdiğimize sevinmedik değil…
Lizbon’a yakın nerelere gidecektik hazır altımızda araba varken. Peki, ne olmalıydı güzergahımız? Tabii ki Cascais, Costa Caparica, Avrupa’nın en batı ucu olan Roca Burnu (Cabo da Roca), Malveira, Sintra ve kayalıklarıyla ve mağaralarıyla ünlü bölgesi Boca da İnferno’yu hemen yazdık bir kenara. Böylece hem okyanus kıyısını, hem ünlü köprüsü Golden Gate’i, hem şatolar bölgesini rotamıza sokmuş olduk.
Lizbon’dan çıkış yaptığımızda gideceğimiz yerin Porto olmasına karar verdik. Ne de olsa herkes Porto’yu öve öve bitiremiyordu. Porto’ya gitmişken de çevredeki köy, kasaba, direksiyonu kırdığımız her yere gitmeyi hedefledik. Bunların en başında Aveiro, Vila do Condo, Povoa de Varzim ve Lavra yer aldı.
Porto’dan sonra gideceğimiz şehre ise son dakika karar verdik desem??? Çünkü sevgilim bu tatilde sürekli spontan hareket etmeyi uygun görüp, benim yaptığım planlara sürekli müdahele ederek her gün güzergah değiştirmekten büyük keyif aldı. İşte Braga da bu noktada böyle ortaya çıktı. Adını futboldan duymuş olduğu bu şehri, kliniğimizden bir müşterimiz de çok övünce Erol’da Braga bir takıntı haline geldi. İyi dedim hadi… Hadi yürü, gidelim… Ve Braga maceramız Erol’un ısrarları doğrultusunda Lizbon’daki son gecemizde ayarlandı. Tabii Porto’dan Braga’ya geçeceksek sadece Braga’da kalmak bize yetmezdi. O zaman Barcelos, Ponte de Lima, Viana do Castelo’yu da listemize aldık.
İşte tüm bu rotanın altını üstüne getirdik…
Sonrasında Braga’dan tekrar Lizbon’a dönüp arabamızı teslim edip, okyanus kenarının tadını çıkardıktan sonra seyahatimizi tamamlayarak İzmir’e geri dönüş yaptık.
Yaz ayları dışında oldukça uygun uçak bileti bulabileceğiniz, tatilinizi çok daha ucuza çıkarabileceğiniz bir yer Portekiz. Bakmayın bizim 2 haftada bir servet döktüğümüze. Bizim şartlar biraz da onu gerektirdi. Ertelemenin gereği yok, eğer seversek ve yerleşmeyi düşünürsek prosedür ve süreç uzun olacağı için biraz hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Velhasıl öyleydi böyleydi derken gittik mi gittik.
Peki sevdik mi Portekiz’i….
Portekiz’e bayıldık. Lizbon’a aşık olduk. Elbetteki kozmopolit bir şehir. Ülkenin başkenti olması, ticaretin döndüğü bir şehir olması, turizm cazibe merkezi olması buraya göçü doğurmuş. Afrika kökenli, Hint kökenli göçmenler şehre yerleşmişler. Ama çok dağınık, güvensiz bir ortamı olmadığını açıkça söyleyebilirim. Evsiz sayısı oldukça az ve göçmenlerin yaşadığı mahallelerde bile güvenle gece yarısında gezebiliyorsunuz. Evleriyle, tramvaylarıyla, öyle ya da böyle karmaşasıyla, tarihiyle Lizbon tam bir başkent…
Porto ufak tefek ama beğendik…
Yemyeşil köylerin, balıkçı kasabalarını sevdik.
Braga’yı ise hiç beklemediğimiz şekilde çok beğendik.
Yani Portekiz tatil için gittiğimiz her noktasında mutluluk bulduğumuz, çok sevdiğimiz bir ülke oldu. İyi ki gelmişiz dedik. İyi ki…
Gönlümüzde bir niyetle gittiğimiz Portekiz’den niyetimizi gerçekleştirme kararıyla geri döndük. Evimizi satışa çıkardık ve satılır satılmaz Portekiz’e oturum ve çalışma izni için başvurmaya karar verdik. Kızımıın güvenle yaşayabileceği, mutlu olabileceği bir yerde yaşam sürmeye karar verdik.
Tabii gün doğmadan neler doğar, sen plan yaparken kader gülermiş gibi pek çok atasözü böyle durumlar için ortaya çıktığından, niyetimizi kalbimizle yoğun bir şekilde dilerken süreci akışa bırakmayı da uygun görüyoruz.
Var bir dileğimiz…
Hakkımızda hayırlısı olsun.
Tüm gelişmeleri, tüm bu süreci size adım adım anlatacağım.
Hiç merak etmeyin…
Geziyorum Öyleyse Varım!
Sema Taştan Çelepci