Avrupa’nın her yeri bir şekilde birbirine benzer görünür… Benzer katedraller, benzer binalar… Ama her yeni yerde yeni şeyler buluyor insan… O yüzden gezgin olmak, baktığın her yerde farklı olanı görmek güzel şeydir. İşte tam da bu yüzden Macaristan’a uğramadan olmazdı… Sevgilimin “Macar Kadınlar Dünyanın En Güzel Kadınlarıdır” söyleminin peşinden düştük yollara… Gittik Macaristan’a…
Gittik de gördük mü öyle ağzımızı bir karış açık bırakan güzellikte kadın… Vallahi de yoktu billahi de. Kim söylediyse yalan:)) Acaba dedim, kıskançlık gözüme siyah bir perde indirdi de güzellikleri ben mi göremiyorum ama yok öyle bir şey canııııımm:))
Gelelim Küçük Gezgin’le yaptığımız Budapeşte gezimize. İki gün kaldığımız Budapeşte, köylerinin şu ana kadar gördüğümüz Avrupa köylerinden farklı yapısıyla bizi şaşırttı. Evet, buranın köyleri, evleri, doğası diğer Avrupa ülkelerinden daha farklı. Arabayla giderken çevreye bakmaktan kendimizi alamadık. Ama yolları, trafiğinin karmaşası, güvenlik problemleri, insanları, Avrupa’nın o alışılmış yapısından uzak. Ama bu uzaklık, bu kendine özel olma, bence burayı daha güzel kılmış. Farklı olan herşey insanın hafızasında kalır çünkü. Her hangi bir Avrupa şehrinin aynısı olsaydı bu kadar cazip olur muydu?
Budapeşte, ortasından Tuna nehriyle ayrılmış iki kısımdan oluşuyor. Buda ve Peşt… İki tarafında kendine göre güzellikleri var ama tabii eski olan şehirler her zaman daha caziptir o da kesin. Küçük Gezgin Budapeşte’yi merkezde bir otelde kaldığımız için, Temmuz ayının sıcağında adım adım gezdi. O sıcakta bizim dilimiz dışına çıktı da o bana mısın demedi…
Budapeşte gece başka bir şehir gündüz bambaşka… Gündüz şehrin o büyülü havasını çok da hissedemez bir o binaya bir bu binaya ağzı açık bakarken; gece o ışıl ışıl görüntüsünün büyüsüne kapılmamak mümkün değil… Öyle güzel bir şehre dönüşüveriyor ki hava karardığında, gerçekten insan o manzarayı izlemeye doyamıyor. Gündüz ne yaparsanız yapın ama gece Budapeşte manzarasını içinize doya doya çekin, hafızanıza kaydedin, yüzlerce fotoğraf çekin derim:)
Küçük Gezgin’le ilk gün
Budapeşte‘yi alt üst ettik tabii. Alışveriş merkezi
Vaci Utca caddesi uzun ve güzel bir cadde. Küçük Gezgin’in ortalarda güvercinleri kovaladığı bu caddede bir tur attık. Eh ne de olsa gittiğimiz her yerde alışveriş caddesini gezmek adettendir bizde:))
Budapeşte’de nehir kenarı tüm harika yapıları yan yana görebileceğiniz, sıcak günlerde rüzgarıyla insanı ferahlatan bir yer. Ünlü tuna nehrini temmuz ayının kavurucu sıcaklığında daha bir ayrı sevdik haliyle:)
Buda tarafına aslanlı köprüden efil efil esen rüzgar eşliğinde geçtik. İsterseniz yürüyerek çıkabileceğiniz tepeye biz tarihi asansörle çıktık. Küçük Gezgin’in bu durumdan ne kadar mutlu olduğunu anlatamam:)) (temmuz ayında tepemizde güneş beynimizin içine işlerken sadece Çakıl’ı mutlu etmek için asansörle çıktığımızı söylersem kim inanır bilmem; ben kendime bile inanmazdım doğrusu:)) Eee… Madem çocuğun var her yerde her zaman kullanmayı, bahane etmeyi bileceksin. Bu da bir kuraldır yani:))
Matthias Kilisesi, Fisherman’s Bastion (Balıkçılar Burcu) ve
Buda Kalesi, kraliyet sarayı tüm görkemleriyle tepede bizi bekliyordu. Kalenin yanındaki müzelerle birlikte tepe gezecek, görecek pek çok şeyi bir arada bulabileceğiniz harika bir yer. Gez gez doyamıyorsun.
Bizim saçma, çılgın, geyik pozlarımız ünlüdür ama tarihin en geyik pozlarından birini bu tepede verdik desem yalan olmaz:)) Her ne kadar sevgilimin pelerinin önü göbeğinden kavuşmasa da; bu durumu bile kendi lehine çevirip; ” Kral dediğin benim gibi göbekli ve ihtişamlı olur zaten” dedi ve pozunu verdi. Eh bize de bol bol gülmek düştü:))
Ama tüm bunların ötesinde, tepenin manzarası dillere destan bir manzara. Tuna nehrinin öte yakasında kalan Peşte şehrine bakmaya doyamıyorsun. Hele de güneş çekildiğinde… Biz saatlerce Küçük Gezgin’le tepenin tadını çıkardık, şansımız bu ya; Amerikalı bir counrty sanatçısının sokak konseri eşliğinde ışıl ışıl Budapeşte’yi izlemenin keyfini çıkardık.
Budapeşte’deki ikinci günümüzün sabahı erkenden
Margaret Adası‘na geçtik. Şehrin hemen dibindeki bu ada, şehrin tüm karmaşasından uzak, içinde yemyeşil parkları olan, şehirdeki insanların ellerinde havuz malzemeleri koşa koşa otele gittiğini gördüğünüz bir ada. Dinlenmek ihtiyacını sessiz adada yeşilliklere uzanarak giderebiliyorsun. Küçük Gezgin Çakıl o mis gibi kokan parkta 3 saat gölgede uyuyarak sanırım parkın tadını en güzel çıkaranlardandı:)
Margaret Adasından sonra Tuna Nehrinin kıyısını,
Parlamento binası ve çevresini gezmek hepimiz için keyifliydi. Ama en son durağımız olan
Kahramanlar Meydanı Küçük Gezgin’in ikinci gün en çok keyif aldığı yer oldu. Kahramanlar Meydanı, koca koca anıt heykellerin bulunduğu genişçe bir alan, hemen yakınındaki Güzel Sanatlar Müzesi ve Sanat Sarayıyla göz dolduruyor ama Küçük Gezginimizin en çok keyif aldığı yer Kahramanlar Meydanı’nın hemen yanındaki
Kent Park oldu. Yemyeşil alandaki göletin içindeki araba, ev gibi yapılar Çakıl’ın şaşkın ördek yavrusu gibi bir süre bakışlarının gölete kitlenmesini sağladı. Park gerçekten gidip görülmeye değer bir yer. Hele ki küçük gezginler varsa yanınızda.
Budapeşte’ye gelip de Gellert tepesine gidip şehri tepeden görmeden dönmek olmaz. Zaten baktığınız her yerden yeşillikler içinde görünen Gellert Heykeli insanın ister istemez dikkatini çekiyor.
Budapeşte’de bizim gitmediğimiz ama sizin mutlaka gitmeniz gereken pek çok pek çok yer var. Özellikle de Estergon…Biz ettik siz etmeyin mutlaka gidin.
Budapeşte’de Küçük Gezgin’le 2 gün çok güzel vakit geçirdik. Diğer Avrupa şehirlerine hem benzeyen hem de benzemeyen, gecenin ışıltısına kapılıp gittiğiniz bu şehre gidin…gidin…gidin…