KÜÇÜK GEZGİN & BEYPAZARI
Beypazarı, Ankaralı olmama rağmen nedense hiç yolumun düşmediği bir yer oldu. Ehh bir de üniversiteye gidiyorum diye şehri terk edip, bir daha şehre kalıcı dönmemiş olmamın etkisi de var tabii. Biz de bir hafta sonu İzmir’den atlayıp Beypazarı’na gittik. Biz İzmir’den Ankara’ya arabayla gittik ama aslında uçakla gitmek çok daha mantıklı ve ucuz olabiliyor. Ne de olsa gidiş dönüş nerdeyse 1200km. Kampanyaları takip edip ucuz uçak bileti bulmak mümkün. Bir hafta sonu Ankara turu yapıp; Anıtkabir, Etnografya Müzesi, Eski Meclis, Hamamönü ve Beypazarı turu yaparsanız dolu dolu bir tatik geçirmiş olursunuz. Biz, bir hafta sonuna biraz ağırdan alıp Anıtkabir, Gölbaşı, Hamamönü ve Beypazarı’nı sığdırdık. Siz de kendinize göre planlayıp güzel bir hafta sonu geçirebilirsiniz.
Beypazarı’na giderken beklentimi çok yüksek tutmadım. Küçük Gezgin ile bozkırları izleye izleye gittik. Bahar ayı olduğu için yeşilin her tonunu görmek mümkün olsa da, Ege ile karşılaştırınca neredeyse hiç ağaç görmeden gittiğimizi söyleyebilirim. Ankara’dan yaklaşık 100km uzakta olan Beypazarı’na giderken genelde yaptığımın aksine ne bir araştırma yaptım ne de bir şey okudum. Bildiğim tek şey yemeye doyamadığım “Beypazarı kurusu”ydu. Bu bol tereyağlı, çıtır çıtır tuzlu kurabiyeleri İtalya’ya gezmeye giderken yanımızda götürmüşlüğümüz vardır! Amaaan dedim, ne de olsa ufacık bir kasaba, ne olabilir ki. Ama açıkçası, beni biraz şaşırttığını söyleyebilirim.
Tarihine baktığımız zaman Hititler, Frigler, Roma, Bizans ve Osmanlılar bu topraklarda varlık göstermiş. Yani Anadolu’nun kültürel zenginliğinin bir parçası Beypazarı. Kayaların arasında kurulmuş olan bu kasaba, zamanın önemli ticari merkezlerinden olunca Evliya Çelebi’nin gözünden kaçmamış tabii… Beypazarı için “haftada bir gün süslü bir Pazar kurulup pazara etraf köylerden 10bin insan toplanır” demiş. Bu söylemdeki abartı gözlerimden kaçmadı değil :- ) Artık her hafta sonu o kadar insan toplanmasa da, merak edenlerin ve ya Ankara’nın o memur kenti kokan sıkıcı havasından kaçmak isteyenlerin uğrak yolu olmuş.
Beypazarı, aslında biraz da evlerinin dokusuyla ön plana çıkmış bir kasaba. Evler, Cumbalı ve iki ve ya üç katlı yapılar. Evlerin iskeleti ahşapken, genel yapısı beyaz kireçle kaplı. Genelde zemin katları taştan diğer katları ahşaptan oluşan evlerin kiminin büyük kiminin de küçük avluları var. Bu geleneksel Türk evlerinin bakımlı olanlarının hepsinin pencerelerini dantel perdeler süslüyor ki, eski mahallelerde görmeyi en sevdiğim şeylerden biridir. Şu anda bu özelliklere sahip 3500 evin ayakta olduğu söyleniyor. Aralara betonarme binaların yapılmış olması oldukça sinir bozucu olsa da, geç de olsa bölgenin korumaya alınıp evlerin bakımdan geçmesi çok sevindirici. 800 yıllık olduğu söylenen bir çınarın etrafındaki tarihi yapıların tadına doyum olmuyor doğrusu…
Beypazarı’na gidince gezmekten en çok keyif alacağınız yer, Alaattin Sokak. Restorasyonu tamamlanmış pek çok yapının bulunduğu bu sokak aynı zamanda yöresel ürünler satın alabileceğiniz ve restoranlarda yöresel yemekler yiyebileceğiniz, yaşayan bir sokak. Evlerin pencerelerinden burnundan sümüğü aka aka meraklı gözlerle dışarıya bakan çocuklar görürken, anneleri aşağıda kendi elleriyle yaptıkları tarhanayı satıyorlar. Küçük Gezgin Çakıl bu caddede gezerken çok keyif aldı ve hayatında ilk defa eline geçici dövmeyi de burada yaptırdı. Sonrasında dövmesinin mürekkebi gitmesin diye bizden gizli gizli bir hafta sağ elini doğru düzgün yıkamamasının sonucu dizanteri olup 41 derece ateşi görmüşlüğümüzden de bahsedeyim de, dövmenin bizim için önemini daha iyi anlayın :- )
Hani dedim ya Beypazarı kurusunun tadına doyum olmaz diye, işte ara caddelerden biri fırınlardan gelen tereyağ kokularıyla kaplı. Tatlarına baka baka caddede turlarsınız artık. Bizim Çakıl her fırından birer ikişer tane alıp, tadım testi yaptı kendince:- ) En sonunda da karar verdiği fırından gidip 10 paket aldı. İyi yapılmışı çok fena bağımlılık yapar, benden söylemesi:- )
Sabahtan akşama kadar gezebileceğiniz pek çok müze bulunuyor Beypazarı’nda. Beypazarı Tarih ve Kültür Müzesi, Halk Evi, Adalet Evi ve Müzesi, Cahide Gürsoy Müze Evi, Beypazarı Kent Tarihi Müzesi… Ama hem Küçük Gezgin hem de bizim hafızalarımıza kazınan, belki de daha önce bir örneğini görmediğimiz için şaşırıp kaldığımız “YAŞAYAN MÜZE” oldu…
Müzeye gittiğimizde, kapısında geleneksel kıyafetleriyle şen şakrak bir şekilde müze görevlileri bizi karşıladı. Hem Çakıl’a hem bize sorular sorup, hikaye anlatmaya başladılar ve sonrasında bizi içeriye aldıklarında, gezdiğimiz müzenin bundan daha önce gezdiğimiz onlarca müzeden farklı olduğunu gördük. Farkı, binanın yapısı ve ya içinde sergilediklerinden dolayı değildi. Bina, bildiğimiz klasik, cumbalı bir Türk konağıydı. İçindekilerse her hangi bir Etnografya Müzesinde yöreye dair görebileceğimiz malzemelerdi. Burada farklı olan şey ise, hikayelerle, dokunarak, seni bu kültürün bir parçası yaparak müzeyi gezdirmeleriydi. Mutfak kısmında, bölgede kullanılan araç gereçler hikayeleriyle anlatılıyor. Hatta eğer isterseniz hemen yan odada başınıza bir örtü serip kurşun döküyorlar. İnanmamama rağmen böyle şeylere bildiğin oturduk bir bezin altına, aldık kucağımıza da Çakıl’ı baya baya kurşun döktürdük yahu:- ) Coss diye bir ses duyduğumu hatırlıyorum… Göz göz olmuş kurşun… Dedim nazar var nazar :- )
Bir odaya girdiğinizde Hacivat ve karagöz karşılıyor sizi. Bir başka odada Dede Korkut hikayeleri… Geleneksel sanatlarımızdan taş baskı ve ebruyu da bu müzede yapmak mümkün. Çakıl hayatında ilk kez ebruyla burada tanıştı. Evet, daha önce sergilerde görmüşlüğü vardı ama eline fırçayı alıp hem tarihini hem de yapımını anlatan birinin eşliğinde ilk defa ebru yaptı. Şu anda odasında çerçevelenmiş bir şekilde asılı duran tablo, bize Yaşayan Müze’nin hatırası.
Bahçesinde soluklanıp şerbet içeceğiniz, çocukların farklı şeyler öğrenip, keşfedecekleri bu müze, diğer müzelerden çok farklı… Camekanlar arkasına gizlenmiş bilgi değil, odalar dolusu bilgi sunuyor. Duyarak, sorarak, cevaplayarak… Hayatımızın bir parçası olan Atasözleri ve deyimlerin, kullandığımız araç gereçlerin tüm hikayesi odaların içini dolduruyor. Bir küpe dokunuyorsun, hikayesi var… Bir tel dolabın ve ya ağzımıza pelesenk olmuş bir Atasözünün… Hepsinin hikayesi ayrı ayrı…
Türkiye’nin ilk yaşayan müzesi olan Abbaszade Konağı’nı ziyaret ettikten sonra bir de ilk defa bir hamam müzesi gezdik… Şehrin ortasındaki bu yapı Çakıl ve bizim ilk hamam müzesi gezimiz oldu; ne de olsa hamamlar bu güne kadar Küçük Gezginin sadece otellerde köpüklerle oynadığı yerdi. Bu yüzden onun için çok ilginç bir deneyim olduğunu söyleyebilirim.
Beypazarı’na gitmişken yöresel yemekler yemeden de dönmeyin tabii… Biz Küçük Gezgin ile Beypazarı’nda tarhana çorbası, Beypazarı Güveci, Beypazarı sarması ve Beypazarı baklavasının tadına baktık. Zaten İç Anadolulu olunca her zaman alışık olduğumuz tatlar olsa da, bir konakta yemenin keyfinden midir nedir pek bir lezzetlilerdi doğrusu…
Bence bir hafta sonu Ankara’ya gitmeli… Hazır gitmişken de Beypazarı sokaklarında gezmeli…
Biz Küçük Gezgin ile Beypazarı’nı gezmekten büyük keyif aldık…
Size de tavsiye ederiz…
GEZİYORUM ÖYLEYSE VARIM!
Son birkaç yıldır adını daha fazla duymaya başladım. Fotoğraflar da güzel duruyor. Umarım fırsat yaratıp yakından da görebilirim.
güzel bir havada neden olmasın:)
Memleket gibisi var mı 😉 Bir Ankaralı’ya en güzel Ankara ilçesini sorsanız Beypazarı cevabını alırsınız. O Ankaralı Ayaşlı olsa bile 😉
Bence de:)
aklımda olan bir lokasyon burası. Umarım fırsat yaratabilirim.
Ankaraya gidildiğinde uğramak şart:)