KÜÇÜK GEZGİN KAPADOKYA’DA
ÇOCUKLA KAPADOKYA
Ben Küçük Gezgin’i bırakıp 4 günlüğüne Kapadokya ’ya gidince, Çakıl’ın en büyük hayallerinden biri oldu Kapadokya’ya gitmek. Bu hayal sevgilim için bir “emirdir” ahahah :- ) Gün olup da Kurban Bayramı yaklaşınca, ben “oraya mı gitsek, buraya mı gitsek, hatta İstanbul’un en sakin zamanı, Çakıl’a İstanbul’u mu gezdirsek” derken, sevgilimin başından beri kararı netti “kızımın hayalini gerçekleştireceğim, Kapadokya’ya gideceğiz” cümlesi bizim son kararımız oldu : -) Kapadokya …
Ben daha önce tek başıma gittiğimde İzmir’den Anadolu Jetin uçağıyla direkt Nevşehir’e. Hem de oldukça uygun bir fiyata. 120 Liraya gitmeden bir hafta önce gidiş dönüş bilet bulmuşum, daha ne olsun? Ama bu sefer son dakika golü olunca bizim uzun yol şoförü sevgilime düştü görev. Uzun yolda arabayı başkasına da vermez. İlk önce 6-7 saat süren bir Ankara yolculuğu ve sonrasında 3-4 saat süren bir Kapadokya yolculuğu yaptık. Giderken Tuz Gölü üzerinden gidip, dönerken Kırşehir üzerinden döndük. Böylece giderken Küçük Gezgin’e Tuz Gölü’nü göstermiş, dönerken de Hacıbektaş’ı ziyaret etmesini sağlamış olduk… Hacıbektaş’ta ilk kez Küçük Gezgin türbe görmüş oldu. Daha önce yaşından dolayı hiç göstermediğim türbelerden neredeyse onlarcasını Hacıbektaş’ta gördü. Açıklamasını tane tane yaptığım durum Çakıl için de bir ilk olmuş oldu.
Bu yolculukta Küçük Gezgin, daha önceki yüzlerce seyahatimize göre daha sabırsızdı. Her beş dakikada bir “daha ne kadar kaldı?” sorusuyla mücadele etmek zorunda kaldı. Yollardaki köprüleri sayma oyunundan, gördüklerimizi resmetmeye, kitap okumaktan, aktiviteler yapmaya, hatta günlük yazmaktan oyun hamurlarıyla oynamaya kadar her yol denedik… yine de “ne kadar kaldı” sorusu bitmek bilmedi! Bir ara dedik en yüksek sese getirelim radyoyu, o arkada sorsun dursun beş dakikada bir takılmış plak gibi dedik ahahah :- ) Açtık bir Amy Winehouse, sesi de getirdik sona, baya ergenler gibi kafaları sallaya sallaya biz önde şarkıyı dinliyoruz, bir baktık arkada bas bas bağırıyor, kulakları da tıkamış ama “ben bu kadını sevmiyorum, bana Pink ya da Ariana Grande açın” diye ahahah .- ) Deli yaaa, tek derdi Amy Winehouse’u fazla romantik bulmakmış meğer :- )
Yolda Tuz Gölü’nde verdiğimiz molada, gölün baya iç kısımlarına kadar yürüdük. Bayram yollarına düşen herkes de bizim gibi beyazlıklar arasında hoplayarak zıplayarak poz verme derdindeydi. Tabii Çakıl daha önce hiç Tuz Gölü görmediği için çok dikkatini çekti. Benim daha önce sadece coğrafya derslerinden bildiğim, sevgilimin uçakla üstünden geçtiğinde müthiş göründüğünü söylediği bu göl, güneş tepemizdeyken bembeyaz görüntüsüyle gözlerimizi kamaştırdı. Yoooo yooo gerçekten kamaştırdı, bakması zor bir renktir beyaz. Taktık güneş gözlüklerini de ancak alıştı gözlerimiz:- )
Tükettiğimiz tuzun neredeyse %60’ının bu gölden sağlandığını biliyor muydunuz? Benim göle dair tek bilgim Türkye’nin ikinci büyük gölü olduğuydu. Halbuki giince siz de göreceksiniz aynı zamanda en sığ gölü. Su görmek neredeyse imkansız, hele ki yaz aylarında. Biz uzaklara bakıp gördüğümüz şeyin biracık su mu yoksa serap mı olduğunu anlayamadık bile! Ama beni Tuz Gölü’ne dair en çok şaşırtan şey flamingolar oldu. Görmek kısmet olmasa da, Türkiye’deki en büyük flamingo üreme kolonisinin Tuz Gölü’nde olduğunu öğrenmek benim için çok şaşırtıcı oldu.
Çakıl için en büyük bir sürpriz ise tüm yol boyunca okuduğu dergiye konu olan Çin’deki Kırmızı Sahil’deki yosunların aynısından burada da olmasıydı. Şaşkınlıktan dili tutuldu garibimin!
Kapadokya dediğimiz yer aslında sadece peri bacalarının toplandığı Göreme, Uçhisar, Ürgüp ve Avanos’tan ibaret değil tabii. Aslında Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kayseri ve Kırşehir illerini kapsayan oldukça geniş bir bölge Kapadokya. Kırşehirliyiz biz ve annem hep köylerinde bulunan mağaralardan, tünellerden bahseder dururdu. Şimdi anlıyorum ki tüm o mağaralar ve tüneller Kapadokya’nın bir parçasıymış…
Biz Küçük Gezgin ile olan Kapadokya seyahatimize Ihlara Vadisi’nden başladık. Kapadokya Bölgesi’ndeki tüm müzelere ve Vadilere giriş Müze Kartla ücretsiz olduğu için elimizi kolumuzu sallaya sallaya geçtik. Müze karta dair detaylı bilgi için tık tık!!!
Kapadokya dediğimiz oluşum Erciyes, Hasandağ ve Güllüdağ’ın milyonlarca yıl önceki patlamalarından oluşmuş. Yolda giderken bir yol yapımını gördüğünüzde bile taşlaşmış lav kalıntılarını kat kat kazılan tepelerde görmek mümkün. Bölgedeki peri bacaları milyonlarca yıl boyunca süren patlamalar sonucu lavların sertleşerek kayalara dönüşmesiyle oluşmaya başlamış. Bu kadar değil tabii. Üstüne bir de akarsular devreye girip derin vadiler ve peri bacalarında şekil değişiklikleri yapmaya başlayınca bölgenin de görüntüsü oluşmaya başlamış. Rüzgar şekillendirmeye son noktayı vurup peri bacalara son şeklini de vermiş. Dile kolay milyonlarca yıl sürmüş oluşumu…
Bu ayrıntıları yola çıktığımızda Küçük Gezgin’e anlattım. Çok ilgisini çekti tabii. Peri bacaları oluşumu Kula bölgesinde ve Afyon’da da ufak ufak başlamış. Onları daha önceden biliyordu ama bu kadar detaylı ilk defa anlattığım için daha da bilgisini çekti. Bana sorduğu ilk soru ise “dinazorlar bu volkanik patlamalarla mı yok oldu peki” oldu… Al sana araştırıp yol boyunca üstüne konuşacak bir konu daha:- )
Ihlara Vadisi’ne indiğimizde Çakıl’ın yaptığı ilk şey ayakkabıları çıkarıp kendini suya atmak oldu. İndiğimiz 350’nin üstündeki merdivenden sonra hepimizin yaptığı ilk şey bu oldu zaten! Buz gibi suda yürüyüş yapmanın keyfini çıkardı. Tabii Ihlara Vadisi lavlardan oluşmuş kayaları Melendiz Çayının şekil vermesiyle oluşmuş 100 metre yüksekliğinde bir vadi değil, aynı zamanda Kapadokya tarihinde insanların yaşamlarına tanıklık etmiş bir vadi. Vadinin içine girdiğinizde ziyaret edeceğiniz kiliselerden anlayacaksınız bunu…
14km uzunluğundaki bu Vadinin ilk 2 kilometresinde süslemelerinin 6-13.yüzyılları arasında yapılmış olan Yılanlı Kilise, Karagedik Kilise, Pürenli, ve Sümbüllü Kilisesi gibi pek çok kiliseyi görmek mümkün. Eğer Ihlara’da çok uzun zaman geçirip 14 kilometre boyunca tüm kiliseleri gezeceğim diyorsanız, neredeyse sabahtan akşama kadar tüm gününüzü orada geçirmeye hazırlıklı olun derim. Bizim yaklaşık 4 saat kaldığımız Ihlara vadisinde bol bol suda oynamalı, kilise ziyaret etmeli, vadideki antep fıstığı ağaçlarına dalmalı ve vadinin içindeki Kafede soluklanmalı bir gezimiz oldu.
Küçük Gezgin’in çok eğlendiği bir yer olsa da, yorulduğunu da söylemeliyim çünkü görmek için can attığı Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı şehirlerine giderken yolda sızdı. Uyandırmaya kıyamadık o kadar derin uyuyordu ki, onları görmek kısmet olmadı kuzuma. Ben arabada onun yanında beklerken, sevgilim Çakıl’ın yerine de gezmek durumunda kaldı yeraltı şehrini. Uyandığında Uçhisar’a gelmiştik bile…
Uçhisar, Ürgüp-Göreme Bölgesinde daha çok otellerin yer aldığı bir yer. Tepe gündüz vakti mağara otellerle kaplı görünse de, akşam görüntüsü büyüleyici. Otellerin ışıklarıyla süslenmiş olan tepeyi görmek insanı inanılmaz etkiliyor. Biz Uçhisar’a kalesine çıkmak için gittik. Kaleye çıkan yolun hala trafiğe kapalı olmaması oldukça şaşırtıcı. Aşağıda o kadar park yeri varken, yukarıya da park alanı yapılması, kaleye çıkan yol üstündeki esnafı, caddede gezenleri oldukça sıkıntıya sokuyor. Ne gerek var, anlayabilmiş değilim! Halbuki yol boyunca hediyelik eşya satan dükkanlar var, geze geze çıkılması gereken, esnafın da üç kuruş bir şey kazanacağı bu yolda ben araba gelecek korkusuyla Çakıl’ın elini bir dakika bile bırakamadan gezmek zorunda kaldım.
Bölgeye geldiğinizde pek çok manzara noktası göreceksiniz. Hepsinde ayrı ayrı durup fotoğraf çektirmek adetten olmuş zaten. Biz de yaptık, siz neden yapmayasınız. Buranın en önemli püf noktası aynı yerde 5 kişiden fazlasını görüyorsan orada durmak zaten; mutlaka görülecek bir şey vardır, inanın.
Biz Ürgüp’te kaldık. Zaten, Ürgüp, Avanos, Göreme, Uçhisar birbirine çok yakın yerler. En uzak yer Avanos ile Ürgüp arası, o da arabayla 15 dakika. Yani bu bölgede kesenize uygun hangi otelde konaklamak isterseniz, istediğiniz yerde kalabilirsiniz. Ben daha önce tek başıma geldiğimde, Uçhisar’da mağara otelde kalmıştım. Bu sefer bayram dolayısıyla hem her yer doluydu hem de fiyatlar almış başını gitmişti. Hal böyle olunca da Ürgüp’te sıradan bir otelde kaldık. Aslında çadırda kalmayı planlıyorduk ama apar topar yola çıkınca tüm planlar değişti. Yoksa özellikle Göreme’de çadırda kalabileceğiniz çok güzel kamp alanları da mevcut! Ürgüp’te de harika konaklar var tatilinizi geçirebileceğiniz. Girin hotels.com’a, bütçenize neresi uyuyorsa orada kalın. Benim için çocuk dostu olması falan da otellerin çok mühim değil çünkü yatmadan yatmaya geliyoruz otele… Ehhh bu gezide de aynen böyle oldu. Artık sizin tercihiniz size kalmış!
Ürgüp, benim geçen sefer geldiğimde ziyaret edemediğim bir yer olmuştu ki, çok büyük bir kayıp olmuş onu gidince anladım. Merkezi oldukça hareketli olan, geç saatlere kadar dükkanların açık olduğu meydanıyla, konaklarıyla, otelleriyle oldukça güzel bir yer. Ara caddelerinde bulunan restoranlar, Kafeler çok cici. Turasan Şarapçılığın tadım yeri de burada bulunuyor. Aslında benim gençliğimde (öhö öhö… Hala gencim o ayrı da daha gençken diyelim) televizyona milleti kitleyen dizi Asmalı Konak’tan dolayı yerli ve Arap çok turist çeken bir yer. Bölge biraz da bu dizi sayesinde yükselişe geçmiş zaten. Ama Asmalı Konak buranın tek konağı değil elbet. Ziyaret edebileceğiniz ve hatta konaklayabileceğiniz pek çok güzel konağı Ürgüp’te bulmanız mümkün.
Küçük Gezgin için Ürgüp dediğinde aklına gelen tek şey is “dancing in the rain” olur herhalde :- ) Son gecemizde şakır şakır yağan yağmurda insanlar otellerine kaçışırken biz, oturduğumuz çay bahçesindeki ufacık şemsiyelerin altına sığındık. Bir taraftan şemsiyelerden üstümüze sular akarken çaylarımızı içmeye çalışıyoruz bir taraftan da Çakıl ile boş meydanda gözümüz. Sevgilim “babacım üstün ıslanacak, şemsiyenin altına iyice gir” derkeeen, sadece benim gözüme baktı. Çünkü yağmuru, yağmurda eğlenmeyi, Çakıl ile eğlenmeyi ne çok sevdiğimi çok iyi bilir. Boşuna konuştuğunun, olacakların farkındaydı. Bardaktan boşanırcasına kadar yağmur yağarken tuttum Çakıl’ın elinden, çıkardık terlikleri ve attık kendimizi Ürgüp meydanına. Bir taraftan koşuyoruz, bir taraftan dans edip sırılsıklam olduk. Ehhh bu gecenin tadı böyle çıkmalıydı. Sor şimdi Çakıl’a, evet gördüğü, gezdiği her şeyi hatırlayacak ama bu yaşadığımız an onun hafızalarına kazınacak türden. Eee, o zaman üşüdüğümüze değdi diyebiliriz:- )
Göreme ve Uçhisar civarında görülecek çok şey var. Göreme Açık Hava Müzesi, Üç Aşıklar Peri Bacaları, Derbent, Kızıl Vadi, Nazar boncuklu ağaç, Aşk Vadisi, Zelve Açık Hava Müzesi ve Paşabağ. Bu gittiğimiz her yer birbirinden farklı, birbirinden özel. Biz arabayla güzergah üzerindeki belirlediğimiz bu yerlere 2 gün boyunca gezi yaptık. Ama eğer arabanız yoksa, özel tur yapan taksiler var. Size 5-6 noktadan oluşan bir güzergah çiziyorlar ve tüm gün sizi gezdiriyorlar. 60-70 TL verdiğiniz zaman tüm gün taksi tamamen size ait oluyor ve tur bittikten sonra sizi bırakıyor. Ama isterseniz profesyonel tur şirketlerinin de günübirlik turları var elbette. Ben arkadaşlarımla gittiğimde bir taksi tutup Avanos da dahil olmak üzere bu yerleri gezdik. Ama bu sefer altımızda araba, ben bir önceki seferden deneyimli, çizdim rotayı, tek tek gezdik.
Zelve ve Göreme Açık Hava Müzesi Türkiye’nin en güzel açık hava müzelerinden. Burası Hristiyanlık için oldukça önemli bir bölge. İki açık hava müzesinde de, kiliseler, şapeller, manastırlar görmek mümkün. Dini merkez olarak kurulmuş olan bu iki bölge 1000 yılın üstünde dini hizmet vermeyi sürdürmüş. Bazılarında fresklerin hala görülebildiği, çoğunun ziyaretçiler tarafından ilan-ı aşk tahtası olarak kullanılmış olduğu yerlerden Çakıl’ın en çok dikkatini çeken, içinde insan iskeletlerini görmenin mümkün olduğu kiliseler ve şaraphaneler oldu. Üzüm bağları arasında yetişiyor ama ilkel bir şaraphaneyi, şarap yapımını daha önce görmüşlüğü yoktu. Yine de göremedi ama sistemi tarihi bir yerde anlatmak çok daha etkili oldu tabii…
Sanırım Küçük Gezgini en çok etkileyen şeylerden biri de güvercinlikler oldu. Bazılarının hala insanlar tarafından kullanıldığını görmek mümkün. Otel sahiplerinin pek çoğunun bile güvercin tutkusu devam ediyor. Tarihsel süreçte insanların hem gübre elde etmek için hem de mağaraları gübre asitiyle oyarak yaşanılabilir bir hale getirmek için kullandıklarını söyleyince Çakıl şok oldu. Ne de olsa bizim köyde inek ve keçi gübresi dışında bir şey görmüşlüğü yoktu! İnek gübresinin kokusunu pek sevdiğini de söyleyemem ahahah:- )
Göreme’de yaptığımız en güzel etkinliklerden birisi at safari oldu. Çakıl çiftlikte ufak bir tur attı ama ben daha önce yaptığım için burada at safarisi, ona tek başına yaptırmayı göze alamadım doğrusu! Benim bu sene hayatıma damga vuran şeylerden biridir peri bacalarının arasında at safarisi yapmak… İçimi inanılmaz huzurla dolduran, bana terapi gibi gelen… Tekrar yapmak istedim. Hem de Çakıl ile… Ama tek başına sürmesi gerekiyordu atı, hava rüzgarlı, ortalarda tozlar kalkıyor; atlar irkilebilir… Daracık geçiş noktaları var derkeeen… Saatlerce düşündüm… 2,5 yaşındayken dimdik Rodos Lindos kalesine eşekle tırmanmıştı tek başına… Ama bu bir saatlik safaride gerginlik mi yaşamalıydım, her şeyi göze mi almalıydım yoksa onu sevgilimin güvenli ellerine emanet edip kendimi huzura mı teslim etmeliydim… Ben de kendime şaşırıyorum ama huzuru tercih ettim… Çakıl da atlarla, kedilerle oynadı durdu!
Döndüğümde bizimle birlikte tura çıkan ve yolun yarısında farklı rotaya giden Amerikalı bir çift vardı. Onlar 2 saatlik tur yapacaklardı, baktım orada oturuyor. Öğrendim ki hem rehber hem de o attan düşmüşler. Atı getirdiklerinde bacaklarında ciddi yarıklar vardı. Verdiğim kararın ne kadar doğru olduğunu fark ettim, normalde mutlaka onunla çıkardım tura ama bir şey içimi tedirgin edip durdu işte… Çakıl ilk defa yaralanmış bir at gördü. İçinin nasıl eridiğini, ata nasıl üzüldüğünü anlatamam… Benim huzur dolu, çiseleye yağmur ve sessizlik eşliğindeki at safarimin içimde bıraktığı huzur o kadar uzun süreli olamadı anlayacağınız.
Göreme’de tatilimize damgası vuran şey balon turu yapmak oldu tabii. Ben daha önce yapmıştım ve döndüğümde Çakıl’a uzun uzun anlatmıştım. Seneler önce sevgilim de hava muhalefetinden iptal olunca son anda binememişti balona. Çakıl’ın balon hayalini gerçekleştirmek boynumuzun borcuydu. Ama apar topar gidince Kapadokya’ya, bayramdan dolayı tüm balon turlarının dolu olduğunu öğrenince 2 gün sonraya ancak yer bulabildik. Bir ay önce geldiğimde hem iç hem de dış turizmin felaketlerle iç içe çöküşe geçmesi yüzünden günde 25 balonu gökyüzünde zar zor görebilirken, bayramda günde 100 balonu havada görmek mümkün oldu. Zor oldu ama kaldığımız otelin de araya girmesiyle balon turunu ayarladık. Balon firmalarının çocuk politikaları farklılık gösteriyor. Kimi çocuk kabul etmiyor, kimi 6 yaşa kadar ücretsiz, kimi ise 12 yaşa kadar %50 ücret alıyor. Rezervasyon yaptırırken detayları iyi konuşmakta fayda var.
2 gün sonraya ancak yer bulabildiğimiz balon turu için sabah 4’te Çakıl’ı uyandırıp üstünü giydirdiğimizde, beraber büyüdüğü köpeğimiz Limon’u bu yıl kaybettikten sonra uyku arkadaşı yaptığı oyuncak köpeği limonla balona binmek istediğini söyledi. Sabah 4,5 gibi servis bizi alıp bürolarına kahvaltıya götürdüklerinde biraz üşüdü tabii. Hayatında ilk defa da oralet içmiş oldu. Benim çocukluğum portakallı oraletle geçti ama 7 yaşındaki Çakıl benim katkı maddeli şeyleri yedirmememden dolayı ilk defa oraletle tanışmış oldu:- )
Balona gitmek için servise binene kadar bin beş yüz kez “hadi ne zaman gideceğiz, çok heyecanlıyım” deyip durdu kuzu. Neyse, en sonunda servislere binip balonların yanına gittiğimizde heyecandan o da havalandı. Balon turu ailece yaptığımız en keyifli etkinliklerden biriydi. Bol bol fotoğraf çekip, manzaranın keyfini çıkardık. Balondan indiğimizde düzenlenen sertifika töreninde Çakıl’a bir süprizim oldu ve bizimle her yere gelen, balon turunda da bizimle olan oyuncak köpeği Limon’a da sertifik düzenlettirdim. Bu süprize bayıldı tabii:- ) Çakıl’ın unutamayacağı anıların arasına bir tane daha eklemiş olduk böylece. 1 saatlik balon turu bitip de otele döndürdüğümüzde 3 saatlik güzel bir uyku çektik ki, gezmeye rahat rahat devam edebilelim!
Gezdiğimiz, Çakıl’ın en çok keyif aldığı yerlerden biri Avanos oldu. Coğrafyamın zayıf olduğu, Avanos’tan Yeşilırmak’ın geçtiğini iddia etmemle ortaya çıktı tabii. Rengi yeşil adı Kızılırmak olan nehir, Avanos’a ayrı bir hava katmış. Avrupa’da da öyle değil midir zaten? Ortasından nehir geçen her şehir ayrı bir güzeldir. Bizim de Eskişehirimiz var mesela, bir de Avnosumuz olmuş çok mu:- ) Avanos’a Çakıl’ı özellikle götürmemin en önemli nedeni ona hem kendi elleriyle seramik yaptırmak hem de Saç Müzesini göstermekti.
Avanos’a il gittiğimizde Küçük Gezgin’in en çok eğlendiği, Avanos dendiğinde aklına gelecek olan ilk şeylerden biri Sallanan Köprü oldu!!! Gidip gelmekten, sallana sallana kahkahalar içinde gülmekten neredeyse yürüyemediği Sallanan Köprü Küçük Gezgini çok eğlendirdi. Beni aynı oranda eğlendirdi mi tartışılır tabii, indiğimde bildiğin başım dönüyordu:- ) Ama sevgilimle çok eğlendiler. Sevgilimin dev cüssesi yürüdükçe köprüyü o kadar çok salladı ki insanlar bir oraya bir buraya savruldu. Bu durum en çok Çakıl’ı eğlendirdi sonuçta :- )
Avanos, peri bacalarıyla değil, el işçiliğiyle ünlü bir yer. Seramik atölyelerinde el emeği göz nuru pek çok ürün bulmak mümkün. İsterseniz siz de kendi istediğiniz ürünü yapabiliyorsunuz. Yapabilirseniz tabii :- ) Bizim el becerisi hiç bana çekmemiş, babası gibi oldukça becerikli olan Çakıl Avanos’a sırf bunun için geldiğine göre, oturdu tezgahın başına ve kendine harika bir kupa yaptı: -) Bazı atölyelerde 10Lira karşılığında bu etkinliği yağabiliyorsunuz. Bazılarında ise yüksek miktarlı alışveriş yaptığınızda bu imkanı size sunuyorlar. Biz verdik 10 Lirayı ve Küçük Gezgin’in ellerini hamura bulamasının keyfini çıkardık.
Saç müzesi dediğimde “O da nee!!!” dediğinizi duyar gibiyim. Ben de ilk duyduğumda aynı tepkiyi verdim ve meraktan çatlayıp tek başıma gittiğimde hemen ziyaret ettim. Döndüğümde de sevgilime ve Çakıl’a uzun uzun anlattım. O kadar çok merak ettiler ki hemen onları da götürdüm tabii. Müzenin ilginç hikayesi benim doğduğum yıl olan 1979 yılında başlıyor. Avanos’taki Chez Galip Çömlek Atölyesinin sahibi, Fransız bir kızcağız ile aşk yaşıyor ve 3 ay Türkiye’de kalan aşık, ülkesine dönmeden önce bir tutam saçını kesip hatıra olarak duvara asıyor. Aşk insana neler yaptırıyor?
Atölyeye çanak çömlek, seramik almak için gelen kadınlar saçın hikayesini duyup kendi saçlarından da bir tutam bırakmaya başlıyorlar. 37 senedir gelenek olarak devam eden bu durum Atölyenin neredeyse her yerini kaplamış durumda. Guiness Rekorlar kitabında yer alan bu müze aynı zamanda dünyanın en garip 6.müzesi. İletişim numaralarıyla birlikte saçını asan kadınlar arasından yılda 2 kez çekiliş yapılıp toplamda 20 kişiye Kapadokya tatili hediye ediyorlar. İçeride iletişim numaraları yazılı olduğu için fotoğraf çekmek yasak.
Oldukça ilginç ve görülmeye değer olan bu müze, doğrusunu söylemem gerekirse bugüne kadar benim gördüğüm en ilginç müzeydi. Çakıl ve ben etrafa aval aval bakarken sevgilim “böyle bir müzede sizin neden saçlarınız olmasın, hadi kesin saçlarınızı” dediğinde içim titredi. Titredi çünkü 7 yaşında olan Küçük Gezgin’in saçına henüz makas değmedi. Bir tutam saçını keserken gözlerimin dolduğunu, içimin eridiğini, ellerimin titrediğini söylesem… Ağlayacaktım yahu! Kestik saçlarımızdan bir tutam, koyduk müzeye.
Avanos, gündüzleri gondolla nehirde gezinti yapabileceğiniz, yürüyüş yollarında gezineceğiniz, geceleri ışıkların nehrin üzerine yansıması düşmüşken nehrin kenarında oturup dondurma yiyebileceğiniz oldukça cici bir yer. Biz Çakıl ile bol bol keyfini çıkardık.
Kapadokya, Çakıl’ın Çin, Japonya ve Santorini hayallerini solladı bu yıl. Benim balon fotoğraflarımı görünce gece gündüz balon resimleri çizerek bize açık bir mesaj vermiş, TRT Radyo’da canlı yayında “Ben Kapadokya’ya gidip balona binmek istiyorum” deyip isteğini çok açık ve net bir şekilde sadece bize değil milyonlara duyurunca yollara düştük ve Kapadokya’nın tadını Küçük Gezgin ile çıkardık…
Kapadokya’da yapılacak ilk 10 şey yazısı için tık tık
GEZİYORUM ÖYLEYSE VARIM!!!
çok güzel bir paylaşım olmuş güzel bir anlatım ile beraber 🙂
Çok teşekkürler